Geçen gün yine depremle sarsıldık. Kimileri için büyüklüğü çok da dikkate değer değildi. Kimileri içinse bir korku ve tedirginlik nedeni oldu.
Sevdiğim bir arkadaşı aradım “Depremi hissettiniz mi?” diye. Aynı şehirde yaşamayı aynı depremi hissetme nedeni olarak öne sürdü dost. Aynı şehirde doğmak, aynı mahallede yaşamak hatta aynı evde olmak, depremleri aynı şiddette yaşama ile doğrudan bağlantılı mıdır?
Soru sormaya devam edelim. Fiziki bir etki veya sarsıntı sahi herkeste aynı tepkiye neden olur mu? Tepkilerimizin içimizdeki dünya ile, orada kopan fırtınalarla bir ilgisi yok mudur? Bir deprem her kişide aynı sonuca ulaşırsa, aynı yaranın üstünü açarsa, aynı yerden yarası kanarsa evrenin içinde bir evren olma selahiyetimize uygun olur mu?
Sorular arttırılabilir lakin şimdilik yeterli.
Birbirimizin hayatına dokunmak içindir belki de farklılıklarımız. İç dünyamızın sırlarını paylaşmak, eksikliklerini gidermek, kırılan yanlarını tamir etmek içinir belki de. Hayat belki de bunlardan ibarettir.
Eksiklerini tamamlama çabası insanın dünya serüvenin her daim baş meselelerinden biri olmuştur. Baş ağrıtan meselelerinden biri. Başa getiren, baş eğdiren…
Bir çok meselemiz olmakla birlikte, bir çok mevzu başımızı ağrıtmakla birlikte bazı meselelerin evrenimizin merkezinde olduğu doğrudur.
Sarsılmaz kaleler inşa etmek, sarsılmaz hayal arayışı kadar gündemimizi işgal etmez hiçbir zaman. Bundan dolayı olsa gerek ki hep bir yanımız tamamlanmayı bekler. Bir yanımızın gözü kulağında olur. Gözü kalbinde olur.
Depremlerin kişilere göre şiddeti vardır desek acaba kırılır mı kimse? Kayıp oranımız, ki “oran” kavramı da görecelidir, depremin şiddetini belirlemede etkilidir. Evin kaçıncı kat yada kaç kat olduğu ile şiddeti arasında doğru bir orantının olmaması gibi.
Yeni zamanlarda hayatlar kolaylaşıyor, imkanlar artıyor, zamanlar kısalıyor, mesafeler azalıyor. Doğru. Keşke eksik yanlarımız için de aynı şeyleri konuşabilsek. Aynı şeyler gibi içimizdeki eksikleri azaltabilsek, yarım şeyleri tamamlayabilsek. Fiziksel mesafeler gibi ruhlarımız arasındaki mesafeleri de kısaltabilsek, yaralarımıza merhem olabilsek. Şifa olabilsek her yaraya.
Deprem, üzerinden yürüdüğümüz yolun, taşıdığımız mesuliyetlerin, “karanlığa koşan aydınlık arayıcılarının”, el yordamı ile aynel yakin taliplilerinin de sorgusunu yapabilsek keşke. “Güneşten kaçan güneş arayıcılarına işaret olsak”. Aydınlığı gösteren.
“Şahit olunan her acıya insan kendi acısı üzerinden anlam verir” der arifler.
Acı eksik kılar. Eksik tam olma arayışına teşne olur. Bu durum belki de bir hayat boyu devam edecektir. Son nefesimize kadar badireden badireye, depremden depreme götürecektir bu durum bizi.
İmtihanlarımızın hakkını vermemiz lazım evvelen. İmtihanların birer tam olma fırsatı, tam olma koşusu, tam olma arayışı olduğunu kabul etmeliyiz. Kabul etmeliyiz ki kısa süreli dünya serüvenmizin nihai durağındaki saadeti için bunlar şart.
Asıl menzile odaklanma, bizi kısa süreli durakta uyanık olmaya, ölçülü olmaya, nefeslerimizin sayılı olduğu bilinci ile harekete sevk etmelidir.
Ötesinin lafu güzaf olduğunu bilip öyle yola çıkmalı. İyi yolculuklar efendim.